29.6.08

100 FOTOĞRAF...


Bir sergi gezdim geçen gün...
Karanlık bir odada kısa bir film vardı.
Filme bir insanın hayatından enstantaneler koymuşlardı.
Bir oyuncak... bir kaza...
bir kadının göğsü... bir şehir görüntüsü...
Bir hayat, 100 fotoğrafa sığmıştı;
100 fotoğraf da 3 dakikaya...

Kafamda, kendime öyle bir film çekmeye çalıştım.
Ömrümü 100 fotoğrafta özetlemeye kalksam
hangi pozları alırdım?
Kaçı yalnız olurdu;
kaçı kalabalıkta?..
Kaçında elem olurdu;
bahtiyarlık kaçında?..
* * *
Fotoğrafla ilişkimiz 3 fasıldır:
Çektirdiğimiz dönem...
Çektiğimiz dönem...
Baktığımız dönem...

Hepsinin tadı ayrıdır.
Çektirdiğimiz dönem biz güleriz objektife,
en özel anlarımızda...
Hayat, bir deklanşör temasıyla,
donakalır flaşın değdiği noktada...
Ak bir kart üstünde kayda geçer doğum günümüz,
ilk öptüğümüz, gurbet hüznümüz...
Renkli yaşamların siyah beyaz kanıtları...
Kahkahalar, somurtmalar, gözyaşları...

Gerilip tırtıklı bir çerçevenin gergefine,
hapsedilir süslü aile albümüne...
Ve bekler orada, kıymete bineceği yılları...
* * *
Sonra çektiğimiz dönem gelir.
Artık kameranın önünden arkasına geçmişizdir.
Bizizdir, renklendikçe elimizden kayıp giden hayatı ve
o hayatı katlanılır kılanları,
bir dikdörtgenin sınırlarına hapsedip ebedileştirmeye çalışan...
Kimi için de pişmanlığın vaktidir o zaman...

"Hiç girmeseydim o kareye" ile
"Keşke hiç bitmeseydi"

arasında bir yerde yakılır eski resimler ya da yırtılır bir ucundan...
Oyulur kimi çehreler omuz başlarından;
güzelim anılar kazınır fotoğraftan...
* * *
Nihayet baktığımız yıllar çıkagelir.
Eninde sonunda bir kutu fotoğraftır,
koca bir hayattan artakalan elde avuçta...
Açılır süslü albümün ağır kapıları, bir mutlu anlar ansiklopedisi gibi...
Zamanda seyahat başlar.Hatıralar kütüphanesinde yitik canlar, derin dondurucuda saklanmış anlar, öpülüp koklanacak, gözyaşıyla tuzlanacak kartpostallar...Ah işte o restoran...
birlikte sabahladığınız gece...

Nasıl da yüzünüzden okunuyor keyfiniz...

O güzelim yılbaşı elbiseniz şimdi,
kenarı tırtıklı bir dikdörtgen içinde hapis...

Gülüşür maziden, kusurlarınız, kayıplarınız, vesikalıklarınız...
Eski çehreler,"Hatırla beni" diye el sallar
mıhlandığı sepya rengi çerçevelerden...
Maziyi aksettiren aynalardır fotoğraflar...
Fotoğrafçılarından uzun yaşarlar.
Poz verene inat, hep genç kalırlar.
Her daim daha zayıflardır bizlerden...
Daha mutlu?
Bazen....
* * *
İşte o dönemde kilitleri zorlar, çekmecelere tıkılmış çerçeveler...
Eksik yarısını arar, ortasından yırtılmış resimler...
Gövdesine koşar, bir öfke nöbetinde oyulup kazınmış çehreler...
Yapışır eski yerine; afla dönmüş gibi hasret ülkesine...
Ve muhtemelen, biz onlara bakarken, onlar da bakar kendi geleceğine...
Bazen hayretle, bazen şükrederek o günkü hallerine...
* * *
İnsan, fotoğraf çektirdiği dönemi aşıp da,
çektiği döneme adım atınca ve hele bakacağı döneme yaklaşınca,
başlıyor büyük hesaplaşma...
"İyi ki yaşamışım"lar bir tarafa çekiştiriyor,
"Nasıl da aldanmışım"lar öte tarafa...
Kendi adıma ben mutluyum,
bu muhasebenin neticesinden...
Ömrümün hülasası niyetine 100 fotoğraf seçsem,
kimse eksik kalmaz.
Çünkü kimseyi oymadım albümümden;
yırtmadım hiçbir resmi kenarından köşesinden...
Pişman olmadım çektirdiğim hiçbir kareden...
Raptettim zamanı, kenarı tırtıklı dikdörtgen bir kafese...
Fotoğraf denilen,
kimsenin ölmediği o uzak ülkede...
CAN DÜNDAR